Bazen senaryo çabalarını görünce de umutlanıyorum. Örneğin, Derdest ve Ay Işığı dizileri. Güzel olacak gibi görünüyordu ama yine aksaklıklar ve eksiklikler var. Belki de çok fazla danışman kullanmamalarından kaynaklanıyor herhalde. Senaryo yazan bir insan hukuki konulardan ne anlar veya o hukuki konuları senaryoya nasıl yerleştirebilir. Bilmiyorum senaryoları tam nasıl oluşturuyorlar ama yazım konusunda direkt hukuk çalışanlarından niye yararlanmıyorlar. Senaryo ekibi hem senaristlerden hem de de bu çalışanlardan niye değil. Taslağı, konuları ve seyri hukuk danışmanları yazsın, senaristler de bu taslağı şekillendirsin, tabii yine danışmanlara sadık kalarak. ( Bilmiyorum, belki de böyle yapıyorlardır, ama görüyoruz ki hala yapamıyorlar!)
Bir başka konu da Türk insanın dram açlığı. Nasıl seviyoruz dramı. Acıklı bir şey olsa da ağlasak havasındayız. Çağan Irmak’ın Ulak filmini bu yüzden yerle bir etmedik mi? “Babam ve Oğlum”daki gibi bizi ağlatamamıştı. Hikâye, dizi veya filmi ağlatabilme becerisi ile değerlendiriyoruz. Ne kadar ağlatmışsa o kadar iyi, içinde ne kadar dram varsa o kadar iyi. Yaprak Dökümü’nün o yüzden kimse eline su dökemez. Neler olmadı ki o dizide, kötü yola düşme riskinden hapse girmeye. Diziyi her hafta takip etmediğim için yaşanan tüm dramları bilmiyorum, sinirlerim kaldırmadı zaten. Hele bir bölümde, Leyla kız kardeşi Necla’ya evlilik hediyesi olarak çocukluğunda sürekli uğruna kavga ettikleri eski püskü oyuncak bebeğini verirken, o yaşanan duygu seline kapılıp ben de ağladım dakikalarca. Neyse ki kendimi toparladım, ekrana sarımsak atarak kanalı değiştirdim. Evet, beni de ele geçiriyorlardı. Dizilerin temposu artık değişmeli, belki sadece afişlerdeki pozlar örnek alınmamalı.
Ama inanıyorum, ülkemizde güzel şeyler yapıldı, daha güzel şeyler de yapılabilir ve yapılacak.
Ama o zamana kadar Türk dizilerine benden bir şarkı;
Madonna – Vogue
Strike a pose
Strike a pose :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder