26 Ocak 2009 Pazartesi

Twilight Film Mi Dizi Mi?

Twilight filminde büyük bir hayal kırıklığı yaşadım. Bir film bekliyordum ve 1 sezonluk vampir gençlik dizisi ile karşılaştım. Okula yeni başlamaktan tutun sezon sonu balosuyla biten komple 1 sezonluk vampirli “One Tree Hill" dizisi. Hiç abartmıyorum, "One Tree Hill" dizisi vampir filmi olsaydı "Twilight" olurdu başka bir şey olmazdı.

Böyle boş bir film, kötü diyaloglar ve kötü oyunculuklar. Gerçi oyunculuk var mı o da tartışılır. Vampirlerimiz cool bakışlarını atmaktan başka ne yaptılar ki? Muhtemelen dizi olacaktı ama son anda True Blood dizisi ortaya çıkınca 180 derece dönüp film yapmaya karar verdiler. İyi de ettiler tabi, ergen kızlarımız “Edward, Edward!” diye orgazm çığlıkları atmaya başladı bile.

True Blood dizisini film yapsalardı daha mükemmel bir film olurdu inanın bana. Hele True Blood'taki görsel efektler 1000 basar Twilight'a. Filmde bir ağca tırmanmaları var gülmekten ölürsünüz. Güya romantik bir sahne! Amele gibi Bella'yı sırtına alıyor Edward ve amele gibi taşıyor kızı dağlarda, taşlarda. Bir ara çok güldüm bu ağaca tırmanma sahnesinde. Kaplan ve Ejderha filmi geldi aklıma, ama o filmdeki estetik yoktu tabii! Taştan taşa sekmeleri, atlamaları vardı onlar da çok komikti. Ayrıca anlamlandıramadığım bir beyzbol sahnesi vardı, yönetmen ne yapmaya çalışmış belli değil. Efekt yapmaya çalışmış olmamış, action yapmaya çalışmış olmamış, hiçbir şey olmamış. Sahnenin en iyi tarafı fonda çalan Muse grubunun “Supermassive Black Hole” şarkısıydı. Bu gaz şarkıda nasıl gaz bir sahne çekilirdi anlatamam. En azından Harry Potter filmindeki “quidditch” sahnelerini izleseydi amatör yönetmenimiz Catherine Hardwicke, belki biraz işini görürdü.

Heroes sosu da katmışlar filme. İyi vampir kızımız Alice, geleceği görüp kara kalem çalışmalarıyla geleceği betimleyebiliyor. Başkarakterimiz Edward da (Robert Pattinson) zihin okuyabiliyor, ama insanların aklından geçen konuşmaları seyirci duysun diye hiç kasmamışlar. True Blood'ta o zihin karmaşasını seyirci bile yaşıyordu izlerken. Vampirlere biraz yetenek verelim demişler, ama ne yeteneği iyi tasvir edebilmişler ne de yansıtabilmişler.

Serinin 3 kitabı daha varmış. Bu da demek ki 3 sezonluk sıkıştırılmış dizi versiyonlarını beyazperdede yine izleyebileceğiz. Ama sıkıştırılmamış daha kaliteli bir vampir dizisi isterseniz, True Blood derim başka bir şey demem.

Dip Not: Filmin afişi bile rezalet :)

21 Ocak 2009 Çarşamba

Boş Geç! Bize Ne Ya!

İşten çıkıp deli gibi eve yetişmeye çalışıyorum. Gören de Mission Impossible 4’ü çekiyorum zannedecek, kıvrak manavrelar, hızlı yürümeler, koşmalar, insanlara küfretmeler. Tamam, biraz küfürlü bir karakter olurdu benden, ama ne yapayım sabahları ve akşamları insanlardan nefret ediyorum. Kaz sürüsü gibi herkes, bir yerlere yetişmeye çalışıyorlar ama yetişmeye çalışırken seni de engelliyorlar. Akşamları zaten dolmuşlara, otobüslere, yolculara, trafiğe herkese küfrediyorum ama Salı günleri daha fazla küfür ediyorum. Tek derdim eve yetişip Canım Ailem’i izlemek. Her seferinde de 30 dakika rötarlı başlıyorum ama değiyor gene. Ben bu dizinin çok pis tutkunu oldum, bir dizi için bu kadar çaba harcadığım daha olmamıştı zaten. Salı günü yayınlandığı zaman izlemeliyim diye takmış durumdayım. Tekrarı kesmiyor, bayatlamış geliyor.

Meliha bu bölüme de damgasını vurdu yine. Pelerini sırtında, ayakkabıları ayağında, bir olay olduğunda pat diye hemen çıkmaya hazır bir süper kadın. Ahsen sokakta mı ağlıyor, tak pelerini, fırla sokağa kurtar kızı. Samim ve Mertcan dışarı mı çıktı, pat diye çık hemen koş peşlerinden, takip et onları, Mertcan’a bir şey olmasın.

Samim ve Meliha’nın birbirlerinden ayrı duvara bakarak konuşmaları İspanyol pembe dizileri tadı verdi biraz. Meliha Soledad ve Samim Fernando formundaydılar.

Ayrıca, Meliha’nın Virginia Woolf edasıyla mektup yazması da hoştu. Eserinde öldürdüğü bir başkarakter yoktu ama çok iyi bir ders verdiği başkarakter vardı. Samim’e otobüs durağında randevu verdi ve 1 saat bekletti. Samim 1 saat bekledikten sonra dayanamadı ve oradan ayrılırken kenardan onu izleyen Meliha yanına geldi. Geç kalmasına sinirlenen Samim’e “1 saat bekleyince bak ne hale geldin. Ben 20 sene böyle bekledim, yağmurda, çamurda, düğünde, seyranda” dedi. Çok hüzünlü bir sahneydi. Nasıl bir sevgi ve aşktır ki bu, gerçekten böyle insanlar var mıdır acaba? 20 sene bekledikleri adamlara hala ilk günkü heyecanla bakan kadınlar.


Feride’nin arkadaşlarıyla hastanenin köşe başında oturarak muhabbet etmeleri de gülümsememe neden oldu. Feride “Hastayı sedyeyle aldık, yürüyerek çıktı” diye bir şey anlatıyordu, ama gördüğüm o kare resmen konfeksiyonda çalışan overlokçu kızların mola saati gibiydi. Overlokçu kızlar, yemek saatinde yemeklerini bitirince dışarı çıkarlar ve böyle bir kenara oturup dedikodu yaparlar. Nerden mi biliyorum, bir zamanlar son ütücüydüm de oradan biliyorum biraz ( Şakaaaa : ) )

Bence evlilik meraklısı Feride ve Halim’i evlendirsinler, dizinin senaristleri böyle bir şey yapsın. Alan memnun satan memnun olur. Evlilikle kafayı bozmuş insanları anlayamıyorum bazen. Feride’nin dediği gibi “Boş geç! Bize ne ya!” diye ayar vereyim bari kendime. Bana ne oluyorsa, evlenen evlensin!

Mertcan’ı Michael Jackson’a benzetiyorum. Ten rengi Jackson abimizin 15. estetik ameliyatındaki rengi gibi. Şimdi de Mertcan’da overacting Michael Jackson mimikleri gelişmeye başladı. Kesin daha sevimli olsun, daha tatlı olsun diye “Şöyle bak canım, böyle göz kırp. Bitanem boynunu sağ yatır, dudağını bük” gibi taktikler veriyorlardır. Bir rahat bırakın çocuğu da maymun etmeyin haaaa!

19 Ocak 2009 Pazartesi

Pollyanna, Heidi, Happy-Go-Lucky Vesaire

24 kanalında, Hasibe Eren’in sunduğu “Bir Zamanlar Türkiye” programında 80’li ve 90’lı yılların çizgi filmler derlemesi vardı. Şeker Kız Candy, Heidi, Bugs Bunny, He-Man, Arı Maya, Şirinler, Taş Devri, Jetgiller vs.

Tam da “Happy-Go-Lucky” filmini izledikten sonra karşıma Heidi”nin çıkması kaderin bir cilvesi galiba. Heidi, Alplerde yaşayan İsveçreli bir Pollyanna. Hayat o kadar neşeli ve mutludur ki onun için, her şey masumdur adeta. Küçükken izlediğimizde anlayamazdık zaten onun ne kadar Pollyanna olduğunu, biz de masumduk çünkü ve tüm masumiyetimizle izlerdik onu. Bizi şaşırtsa şaşırtsa anca o kocaman köpek ve ateşte erittikleri kaşar peyniri şaşırtabilirdi

Programdan önce Happy-Go-Lucky’yi izlemiştim. Oradaki Poppy de modern İngiliz Pollyannası. Poppy, mutsuzlukların, kötü olayların, hırsızlıkların ve umutsuzlukların ardında mutluluğunu ve umudunu yitirmeyen 30 yaşında bir kız çocuğu. Başta çok antipatik gelmişti ama film ilerledikçe gözyaşlarımı tutamadım. Bu büyümüş ama küçüklüğünü, mutluluğunu ve masumiyetini koruyan kız bisikleti çalındığında bile gülümsemesini bırakmadan “Veda bile edemedim” diyebiliyordu.

Belki kendime ağladım filmi izlerken. Belki içimdeki Heidi’yi özledim, o hayalleri olan mutlu, neşeli ve masum çocuğu. Belki de Heidi’yi dedesinden ayırdıkları gibi içimizdeki Heidi’leri de öldürdüler.

Zamanla her şey daha anlamlı geliyor. Eskiden Rengin’in “Aldatıldık” şarkısını dinleyip dinleyip anlamamam gibi.

“bize neler neler öğrettiler sevdalar üstüne
aldatıldık, aldatıldık sevda böyle değil
ne masallar ninniler söylediler dünya üstüne
aldatıldık, aldatıldık dünya böyle değil”

Şimdi daha iyi anlıyor insan. Evet! Aldatıldık, aldatıldık, dünya böyle değil.


Rengin - Aldatildik by Aluxton
Yükleyen Aluxton69

Yıllar geçtikçe büyüyoruz, içimizdeki çocuklar ölüyor ve öldürülüyor. Ve çok eleştirdiğimiz büyüklere, anne babalarımıza dönüşüyoruz. Onlar gibi mutsuz, umutsuz ve hayalsiz büyükler olup çıkıyoruz.

18 Ocak 2009 Pazar

Evladiyelik Box Set'ler

Bayılıyorum box setlere, bütün paramı bunlara yatırabilirim, o derece tutkunuyum. Maalesef Türkiye'ye gelmiyor aşağıdaki gibi yaratıcı box setler. Gerçi gelse de ne olur ki, sezonunu 100 ytl'ye satarlarken 10 sezonluk Friends'i 1.000 ytl, 8 sezonluk will and grace'i 800 ytl'ye, 11 sezonluk frasier 1.100 tl'ye satarlar herhalde. Amerika'ya gidersem ilk işim bu box setleri almak olacak, hem orada daha ucuz, hem daha yaratıcı.

Six Feet Under, insanı cezbediyor. Mezar şeklinde ve içerisinde tatmin edici detaylar var.



King of the Queens, kargo arabası şeklinde, tıpkı başroldeki adamın kullandığı araba gibi


Everybody Loves Raymond, Raymond'ın evi şeklinde ve çok sevimli.



Gilmore Girls, alışveriş torbası gibi ve içinde de çok fazla abur cubur var:)



Seinfeld'te olayı aşmışlar ve buzdolabı şeklinde yapmışlar seti.



Will and Grace'in 2 seti var ve ikisi de çok şık



Friends'in seti de göz alıcı.


X Files, klasör gibi tasarlanmış ve gerçekten göz alıcı.



Family Guy, Frasier ve The O.C. setleri de çok güzel.



İnsanı delirtecek cinsten bu box setleri yurtdışına çıkarsanız hiç kaçırmayın ve alın derim :)

12 Ocak 2009 Pazartesi

And Golden Globe 2009 Goes To..

Daha önce burada dizi ve oyuncular favorilerimi yayınlamıştım. Sadece Alec Baldwin'i tutturabilmişim:) İşte kazananlar; (Koyu siyah olanlar benim favorimdi, kırmızılar da kazananlar )

En İyi Drama Dizisi
Dexter (SHOWTIME)
House M.D. (FOX
In Treatment (HBO)
Mad Men (AMC)
True Blood (HBO)


En İyi Kadın Oyuncu (Drama)
Sally Field - Brothers and Sisters
Mariska Hargitay - Law & Order
January Jones - Mad Men
Anna Paquin -True Blood
Kyra Sedgwick - The Closer


En İyi Erkek Oyuncu (Drama)
Gabriel Byrne - In Treatment
Michael C. Hall - Dexter
Jon Hamm - Mad Men
Hugh Laurie - House M.D.
Jonathan Rhys-Meyers - The Tudors


En İyi Komedi Dizisi
30 Rock (NBC)
Californication (SHOWTIME)
Entourage (HBO)
The Office (NBC)
Weeds (SHOWTIME)




En İyi Kadın Oyuncu (Komedi)
Christina Applegate -Samantha Who?
America Ferrera - Ugly Betty
Tina Fey -30 Rock
Debra Messing - The Starter Wife
Mary Louise Parker - Weeds



En İyi Erkek Oyuncu (Komedi)
Alec Baldwin -30 Rock
Steve Carell - The Office
Kevin Connolly -Entourage
David Duchovny -Californication
Tony Shalhoub -Monk




30 Rock'ı neden hala ödüle boğuyorlar anlayamıyorum, süper bomba bir dizi değil işte!

11 Ocak 2009 Pazar

True Blood

Not: Az biraz spoiler içerir :)

Vampir dizilerinden ve filmlerinden nefret ederim. Hep aynı klişe şeyler, kana susamış canavarlar, B movie efektleri ve keskin köpek dişleri. Vampir yapımlarından nefret etmeme rağmen True Blood’ın etkisine ben de kapıldım. Belki de normal bir vampir dizisi olmadığı için olabilir. Hikâye günümüzde geçiyor ama bu sefer vampirler insanların arasına karışmış ve gizli yaşamıyorlar, hatta vampir yasaları çıksın diye uğraşıyorlar.

“Underground” olarak takılmayan vampirler Japonların ürettiği sentetik kanı, yani Tru Blood’ı içerek “mainstreaming” yapıyorlar, yani gün yüzüne çıkıyorlar. Hikâye zaten diğer vampir dizi ve filmlerinden çok çok yaratıcı. Vampirler ve insanlar arasında evlilikler, vampir barlar ve vampirlerle dostluklar var bu dizide.



Kötü vampirler var ama genel mesaj, vampirler de insanlar gibidir. Başrol vampirimiz Bill (Stephen Moyer ) gerçekten çok yakışıklı ve karizmatik bir vampir. Bill, başrol kızımız Sookie (Anna Paquin) ile aşk yaşıyor ve yaşadıkları Bon Temps taşra kasabasında yeni vampir gelişmelerine ayak uydurmaya çalışıyorlar.

Eskiden vampirler insanları avlarlardı kanları için, burada da insanlar vampirleri avlıyorlar kanları için. Vampirlerin kanları çok etkili, bir damlası insanı çok güçlü biri, seks ilahı ve duyuları çok gelişmiş birine dönüştürüyor. Bir de uyuşturucu gibi kafa yapıyor bu vampir kanı. Sookie’nin kardeşi Jason (Ryan Kwanten ) bu yüzden sürekli başı derde giriyor, bu vampir kanı takıntısı yüzünden.

Sadece vampir dizisi olarak düşünülmesin dizi. Karakterlerin çok değişik güçleri var. Örneğin Sookie zihin okuyabiliyor. Bill’e aşık olmasının bir diğer nedeni de Bill’in zihnini okuyamaması, bir nevi huzur buldu onda. Zihin okumayı her zaman çok eğlenceli bulmuşumdur, bu özelliğe sahip olmak çok deli bir şey olurdu : ) Bu özelliğin yanında Merlotte Bar’ın sahibi Sam (Sam Trammell) bir “shapeshifter”, yani şekil değiştiren. İstediği zaman köpeğe dönüşebiliyor. Dizinin son bölümlerine doğru bir kadın da katıldı, onu da otobanın ortasında çıplak bir şekilde gördük, yanında yaban domuzu vardı. Sonra Sam’in tanıdığı çıktı, onda da farklı yetenekler olabilir. Bir de kurt adamların varlığı hakkında olumlu şeyler söylendi dizide. 2. sezonda bir kurt adam karakteri de gelebilir, çünkü sezon sonuna doğru hızlı bir şekilde Lafayette’e ( Nelsan Ellis ) bir şey saldırdı ama göstermediler. Saldıran şey kurt adam olabilir.


Bu arada Lafayette de kuzeni Tara (Rutina Wesley) gibi çok ilginç bir zenci karakter. Canı istediğinde Merlotte Bar'da makyajla çalışıyor, arada da eşcinselliğine laf atan adamları eşek sudan gelene kadar dövüyor. Tara da herkese laf sokan, huysuz, deli gibi küfreden ve herkesten nefret eden bir kız. Bir ara annesi içinde şeytan olduğuna inandırmıştı da kendisine "exorcism" yaptırtmıştı bu huylarından kurtulmak için.

Dizinin jeneriği ve şarkısı da (Jace Everett–Bad Things) çok güzel. Biraz ütkütücü olan jenerik, dini bir belgeselden esinlenerek yapılmış.. True Blood’ın yaratıcısı, Six Feet Under’ın da yaratıcısı Alan Ball olunca böyle değişik ve güzel bir şey çıkması garantiydi zaten

Dizide komik detaylar da var. Örneğin bir gazetede “Angelina Jolie vampir bebek evlat edindi” haberi ve “Fantasia” vampir barında duvarda duran “George W. Bush” portresi gibi detaylar. Dizinin birinci sezonu 12 bölüm ve 2. sezonu seneye başlayacak. HBO yapımlarına her zaman güvenim sonsuz olmuştur ve bu dizi de beni hayal kırıklığına uğratmadı.

10 Ocak 2009 Cumartesi

Tara Birleşik Devletleri

Orjinal hikâyesi Steven Spielberg’a ait olan “The United States of Tara” Showtime kanalının yeni 13 bölümlük komedi dizisi. Juno’nun senaryosunu yazmış olan Diablo Cody hikâyeyi geliştirerek dizinin yapımcılığına imza atmış. Kendisinden mükemmel komik ve alayci diyaloglar bekliyorum Juno’yu referans alarak. Başrolde de Toni Collette var. Kendisini çok beğenirim, her rolün altından başarıyla kalkabilmiştir.

“Bir kişi, bir çok kişilik” sloganı ile dizi 18 Ocak’ta başlayacak. Dizinin konusu “dissosiyatif kimlik bozuklugu” (dissociative identity disorder) olan ev hanımı Tara’nın hayatı etrafında şekillenecek. Evet, tahmin ettiğiniz doğru! Toni Collette, Tara dahil 3 kişiyi daha canlandıracak ve 4 karakterle omuzlarına çok büyük bir yük alacak. Diğer 3 karakter T, Alice ve Buck.

Fotoğraflara bakarak yorum yapacak olursam, Tara’nın karakterlerin en normali olacağını görebiliriz. T, avam ve çılgın biriyken, Alice de Desperate Housewives’taki Bree karakteri gibi dağınklığı sevmeyen, titiz ve kuralları olan kadın olacak. Buck hakkında kesin yorumlar yapamıyorum, çünkü dissosiyatif kimlik bozukluğunu bilmediğim gibi, bu hastalığı olanlar karşı cinsten biri gibi davranıp davranmadığını da bilmiyorum. Yani fotoğrafa bakacak olursak Buck erkek (orduya hizmet etmiş bir asker) de olabilir, kadın (maskülen bir lezbiyen) da olabilir.

Toni Collette’in işi çok zor. Günümüzde oyuncular tek karakteri layığıyla oynayamazken, Toni, 4 karakteri birden canlandıracak. Belki de oyunculuk çıtasını yükselterek yeni bir devrim de yaratabilir. Tamam, zamanında Meryl Streep “Angels in America”da yine bir çok yan karakteri canlandırdı ama başrolde olan bu kadar çok karakterin olduğu diziyi ilk defa görüyorum.

Dediğim gibi Toni Collette, dizi oyuncularının performans çıtasını yükseltmiş oldu. Belki de meslektaşları ondan nefret edecek ama herkes çıkacak şaheseri merakla bekliyor olacak.

9 Ocak 2009 Cuma

Yabancı Gelin is Lost in Translation

Gece gece kahkahalara boğuldum Yabancı Gelin’i izlerken. Yeni başlamış, “Gelinim olur musun?”un yabancı gelin versiyonu. Sunuculuğunu Sema Öztürk yapıyor. Dizilerle ne işi var bu programın demeyin, her hafta takip edileceği için dizi tadı aldım valla ( diyerek toparlayayım :))

İzlerken çok eğlendim. Kızların Türkçe konuşma çabaları ile erkeklerin İngilizce konuşma çabaları müthiş eğlenceli. Abdominal karın kası yapabilirsiniz izlerken, o kadar matrak. Bir çocuk bir gelin adayına “Can you cash the love?” dedi. “Aşkı nakite çevirebilir misin?” o ne be dedim. Meğerse “Can you catch the love?” demek istemiş ama “chicken translation” bile olmaz bu cümleden çünkü Türkçe demek istediği şey bile anlamlı değil. Kızlar da ayrı komik. Bir kız şarkı söylüyordu sürekli, onu eleştiren başka bir kız da şarkı söylemesini sevmiyormuş. “Masada şarkıcı söylüyor, orada şarkıcı söylüyor, burada şarkıcı söylüyor” diye dert yanıyordu bozuk Türkçe'siyle. Diyalogları izlemek bile keyifli anlayacağınız.

Türk gelenek ve göreneklerine saygılı da olmaya çalışıyor gelin adaylarımız. Belki de hepsi bu yüzden türbanlı teyzeyi haftanın lider annesi seçti. Ne kadar dindar olursan o kadar çok kazanma şansın mı olur dediler acaba. Zaten hepsi el öpmeye pek meraklı. Femme Fatale kızımız Lorreine “Ben el öpmedim, çok aptalca” dedi. Diğer Femme Fatale kızımız Akvilina da “Madem ben bu gelenklerin içindeyim, annelerin elini öperim” diyerek tavrını koydu Lorreine’e ve kazanmak için 5 rekat namaz bile kılarım tüyosunu verdi bize. Hemen de ezberlemişim değil mi isimlerini. Bu 2 kız çok çok güzel olduğu için aklımda kaldı. (Şaka şaka not ettim bir kenara adlarını : ) ) Bu iki kız reyting payından büyük kepçe alacak ondan eminim.

Bu yarışma reyting rekorları kırar bundan adım gibi de eminim. Zaten büyük bir kitle bu tarz yarışmaları seviyor, bunlara büyük bir erkek kitlesi de katılacak yakın zamanda, hatta çoktan katıldılar bile. Çünkü Türk erkeklerinin yabancı kadınlara karşı oldu olası büyük bir zaafı var. Çünkü lise çağından beri Türk erkeklerin yaz aylarında aklı tek bir şeye çalışır, o da Antalya’da veya Çeşme’de Helga veya Olga götürebilmektir!

Yarışmadaki kızlarımız göğüs ve bacak dekoltesi konusunda da oldukça rahatlar ki bu rahatlığı reytinglere de yansıyacaktır zaten. Bu programı bulan gerçekten çok akıllı, kazancı bol olacak. Belki de fantezisini gerçekleştiriyordur : ) Bir de şunu belirteyim, bu yabancı kızların hepsi über güzel, benzer yarışmalardaki paçoz Türk kızları ile karşılaştırılmaz bile.

Başka komik detay da 2 Rus kızın kendi dilleri ile değil de çat pat ve sözlük yardımıyla konuşmayı becerebildikleri Türkçe ve İngilizce konuşmasıydı. Karnıma ağrılar girdi izlerken.

Ben şunu da merak ediyorum. Acaba Amerika, Almanya ve İngiltere’de yayınlanan “Big Brother” yarışmalarındaki kameralar önünde seks yapan yarışmacılar gibi bu yarışmacılar da seks yapabilecek mi? Gerçekten ama, insan kendini tutamıyor merak etmekten. Yabancı ülkelerde yapıyorlar, bizim neyimiz eksik? Primetime’da yarışmacılar sevişsin ve RTÜK buna engel olmasın lütfen. Böyle bir kampanya mı başlatsak?

Yarışmanın özetini de annelerden biri Türkçe öğretmeye çalışırken Türkçe bilmeyen bir kız yaptı; “Saat sabahın 4’ü ve abiye elbisemle İstanbul’da Türkçe öğreniyorum” dedi. Bu programı kaçırmayın derim. Örgü örmeyi öğreten anneleri ve kızların yüzündeki dehşet kültür şokunu görmek adına arada bakıp eğlenin.

7 Ocak 2009 Çarşamba

Abdominal Karın Kası Yapıyorum

Ali, Ahsen’in aramalarını “Kızın içinde radar var, ne zaman kendimi iyi hissetsem pat diye ortaya çıkıyor” diye yorumladı. Günlük hayatımızda bazen bu tip olaylara ne kadar da rastlıyoruz değil mi? Her şey günlük gülistanlık giderken çat diye biri çıkıyor ve sizin hayatınızı allak pullak ediyor. Sanki 5-6 metre uzağımıza saklanmışlar, doğru zamanı kolluyorlar ve aniden önümüze çıkıyorlar. Kişiden kişiye değişir, kiminin eski sevgilisi çıkar, kiminin hayatından sildiği bir arkadaş, kimi de görmek istemediği bir akraba. Bu kişiler hayatınıza yön vermeye başlar ve siz de sele kapılmış bir şekilde olaylara seyirci kalırsınız. Zaten hayatlarımızı incelesek, hiçbir zaman bizim elimizde, kendi dizginlerimizle ilerlemediğini apaçık görebiliriz. Kendi show’umuzun as oyuncuları olmamız gerekirken seyirci oluveriyoruz.

Dedim ya dizginlerimizi birileri tutuyor diye, dizide başka bir örnek de Eda’nın sponsorlarının, yani burs vererek okulda kalmasını sağlayan arkadaşının ailesinin tutumuydu. Tatil planı yapıyorsun ve sırf arkadaşının annesi okul paranı ödüyor diye kızını sınava çalıştırmak zorundasın. İnsanlar böyle işte, yardım edersin karşılığında da etinden sütünden yararlanmaya çalışırlar. Madem çok paran var kızına özel hoca tut, 3 kuruş para verdin diye insanların hayatlarını yönetmek ne demek. Samim, kadını arayarak tatile gideceklerini ve Eda’nın da gelmesi için yalvarırken bile “Yine fedakarlığı bizden bekliyorsunuz” cevabını yapıştırıyor kızını çok umursayan anne! Sanki sana fedakârlık yap diyen oldu, bıraksaydınız kızı en azından devlet okulunda okurdu da her gün “Şanslı” diye, köpek adı gibi çağrılmazdı okulda.

İnsanoğlu her yede kötü, bu bölüm zaten tüm nefret edilesi insanların örneklerini gördük. Bir başka örnek de Samim’i kovan operasyon müdürüydü. Merkezden çağrı gelmeden hiçbir şeye müdahale edilmeyecekmiş, edilirse sözleşmede yazıldığı gibi kovulacakmış. Zaten kovulacağını, Ahsen’i ambulansa alırken ambulanstaki diğer çalışanın “Samim Abi, senin başın büyük dertte” demesiyle anlamıştık. Böyle gerzek insanlar her zaman var, dört tarafımız çevrilmiş durumda onlarla. İnsiyatif kullanmasını bilmeyen makineleşmiş köle köpekler bunlar. Kız orda ölüyor, sen hala başın dertte diyorsun! Pratik zekâsı olmayan bu şablon insanlara zaten eline görev tanımlarını vereceksin, onun dışına da çıkmasını beklemeyeceksin.

Neyse ki güzel şeyler de vardı bu hafta. Şebnem Bozoklu ve Ezgi Mola yine döktürdüler. 2 metrekarelik küçücük mutfakta harikalar yarattılar. Hele Ezgi Mola, bu kıza tapıyorum ben ya, deli gibi seviyorum. Güneş gibi parlıyor, gözlerinin içindeki ışık bile mükemmel oyunculuğunu gösteriyor. 2 dakikalık mutfak sahnesinde, şarkısını patlattı, ellerini kalp gibi yapıp arada parmak dansını da yaptı ve bizi bizden aldı yine. Kızın 30 saniyelik sahnelerinde bile o kadar çok detay var ki. Sözlendikten sonra Seyhan’ın tebrik ederim deyişinden sonraki yüzü görülmeye değerdi. Sağol dedi, öpücük attı ve göz kırptı ve hepsini 5 saniyeye sığdırdı. Abdominal karın kası yapma teşebbüsünden tutun da, “bende ödem var sadece, o ödemleri atsam tığ gibi olurum” diyerek kaynamış maydanoz suyu içmesine kadar her şey mükemmeldi bu bölümde. Diyeti bıraktıktan sonra mercimek köftesini “Ben de bir tane alabilir miyim” diye istemesi bile o kadar masumdu ki kaşlar anında ters V oldu. Oyuncu değdin böyle olmalı, kızın kaşı gözü, dudağı, saçının her bir teli oynuyor. O kadar kendini kaptırıyor ki sayfalar dolusu yazsam gene doyamam anlatmaya.

Mertcan’ın dükkânda seçtiği elbiseyi Feride ve Meliha’nın çok beğenerek almaları ve “Çocuk bizden iyi biliyor bu işleri” demeleri aklıma ister istemez Ugly Betty’yi getirdi. Orada da 13 yaşlarında moda konusunda annesinden ve teyzesinden daha bilgili bir gay çocuk vardı. Gerçi RTÜK varken ve bu dizi Primetime kuşağı bir aile dramasıyken Mertcan’ın büyüyünce “fashionista” olması imkânsız gibi duruyor.