31 Mart 2009 Salı

Seyhan Jones’un Günlüğü

Sevgili Günlük,

Ali mi Halim mi karar veremiyorum yine? :) Kilo : 55 / Sigara : 34




Halim’le Ali’nin lokantadaki kırdılı döktülü kavgasını gördükten sonra Bridget Jones geldi aklıma : ) “Bridget Jones’un Günlüğü” filminde Hugh Grant ve Colin Firth bir Yunan lokantasında kapışmaya başlıyorlardı. Çok komik kavga ettikleri gibi kavganın sonunu lokantanın camından fırlayarak noktalamışlardı. Mark Darcy ve Daniel Cleaver karakterlerinin tam karşılığı olmasa da dizide kısmen Halim, Mark Darcy’ye Ali de Daniel Cleavar’a benzetilebilir.

Seyhan, Bridget Jones’a karşı! Bir yandan hayatın sorunsuz ve güvende yaşanabileceği evlenilecek erkek Halim Darcy diğer yandan da eğlenilecek ve heyacanlanılacak Ali Cleavar. Bridget Jones’un ezik ama güçlü karakterine karşı, Seyhan’ın güçsüz ve pasif karakteri karşı karşıya. Seyhan, hayatının başkaları tarafından yaşanmasına izin veren hayatsız bir kadın. Çareyi ablasının çizdiği kaderiyle Adana’nın taşlı yollarında buluyor. Gelecek haftaki fragmana göre bu "Üçlü Bridget Jones Tangosu" devam edecek görünüyor. Fragmanda, Halim “Sana yar etmem onu” diye bağırıyordu Ali’ye.

Acil durum arabasına çok gülüyorum ya. Meliha’nın arabası sadece acil durumlarda ortaya çıkıyor. “Çocuklar mı kayıp alın benim arabanın anahtarlarını, Seyhan evden mi kaçtı alın benim arabayı.” Bu sefer de acil durum olarak Seyhan’ı otobüs terminaline bıraktılar ve Halim’le Ali için hastaneye yetiştiler. Kızkardeşlerin üçü de araba kullanmayı biliyor valla, bu sefer Feride şöför koltuğundaydı :)

28 Mart 2009 Cumartesi

Benim Annem Bir Melekti Yavrum!

Benim Annem Bir Melek dizisini ( İşbu dizi, adının uzunluğu nedeniyle bundan sonra BABM olarak adlandırılacaktır :) arada sırada Tv’de denk gelirse kaçırmamaya çalışıyorum. Diyaloglar ve dizi, Türk standartlarına göre iyi sayılır. Karakter bakımından da sevdiğim karakterler bulunmakta. (Kapıcı, kapıcı karısı ve Oya Başar’ın canlandırdığı anne karakteri gibi.)

BABM'i izlenebilir yapan baş etkenlerden biri Oya Başar. Olacak O Kadar’dan beri bayılıyorum Oya Başar’a. Bana hep çok komik gelmiştir. Bazıları nefret etse de mest oluyorum “overacting” oyunculuğuna, aşırı doz mimiklerine ve volümlü sesine. Kadın tek başına bile götürebilir her şeyi, bu kadar iddialı ve başarılı. En komik bölümleri, Yemekteyiz, Desti İzdivaç ve Sabah kadın kuşağı programları ile dalga geçtikleri bölümler oldu şu ana kadar. O bölümlerde de Oya Başar başrolde tabii. Garfield gibi gözlerini kısıp dudaklarını büzmesi ve bu şekilde kızarak konuşması çok hoşuma gidiyor.

Bu bölümde Ali Sunal bilmediğim bir nedenden dolayı yalan söylemeye tövbe etmiş. Başını kaçırdığım için niye yalan söylemediğini anlamadım, ama aklıma direkt “Yalancı Yalancı” (Lair Liar) filmi aklıma geldi. Zekice kotarılabilecek bu çalıntı fikri bile uygulayamamışlar diziye. Tamam, fikir size ait değil anladık, bari aldığınız fikri güzel işleyin!

Diziye yeni bir oyuncu daha katılmış; Ebru Kural. Kendisi Olacak O Kadar’da en nefret ettiğim oyunculardan biriydi. Hep aynı tekdüze karakterin içine sıkışıp kalmış tek rollük kadın. Olacak O Kadar’ın tüm bölümlerinde hep aynı irite edici “overacting” oyunculuğu ile tüm bölümlerde baş gösterdi. BABM’de yine “overacting” İngiliz-Türk kırması bir kadını canlandırıyor. 5 dakika izledim, tüylerim diken diken oldu, kanalı değiştirdim. BABM’e belli ki Oya Başar’ın torpili ile girmiş. Magazin gündemini takip eden birisiyseniz mutlaka hatırlayacaksınız. ( Hemen flashback yapın Televole dönemlerine :) Levent Kırca ile Oya Başar boşanırlarken bu kadın da Olacak O Kadar’dan kovulmuştu. Oya Başar’la Ebru Kural kankaydı, Levent Kırca da ateş püskürüyordu evliliğimizi bu kadın bozdu diye. O dönemde bir “Meraba Televole” genci olduğum için olayın iç yüzünü çok merak etmiştim, hatta çatlamıştım meraktan. Kadın geri döndü valla, bakalım ne işler karıştıracak yine :)

24 Mart 2009 Salı

İstersen Solaryuma Gir, Kafan Dağılır!

Bu bölüm beni hiç tatmin etmedi, hatta en kötü bölümler arasındaydı. Seyhan aşağı, Ali yukarı, bu kısır döngüyü sonlandıramayacaklar herhalde. Dizi beni muhafazakarlaştırmaya da başladı sanırım, “Seyhan böyle yapmamalı” derken buluyorum kendimi. Durun bir dakka ya, Seyhan ne yaptı ki? Ne drama ama, sanki bütün mahalle ile “orgy” yaptı da herkes yüzüne tükürüyor. Kız ne yapacağını şaşırdı herkes üstüne üstüne geliyor. Gelecek hafta da çözümlenmeyecek bu Seyhan-Ali-Halim bermuda ilişki üçgeni. En iyisi senaristler radikal bir kararla “threesome” olayına girsinler, Seyhan da seçim yapmaktan kurtulur : )

Bölümün kum torbası Ali’ydi, tekme tokat girilerek türlü deşarj hareketleri uygulanır. Yok iki çift laf edecekmiş, yok hala neden peşindeymiş Halim de bla bla, yürü git, gonuşma leynnn : )

Yiğit’in bir önceki bölümde saçları uzundu, bu bölümde ise saçını kestirmiş. Güya geçen bölümden, yani aynı günden devam ediyor, solaryum salonunun açıldığı gün. Madem bu saç detayını göremiyorsunuz neden bu bölümde Yiğit’i 10 saniyeliğine oynatıyorsunuz ki? Amatörler!

Bölümün kırmızı kurdelalı sahneleri yine Feride’ye aitti. Mutfakta böreği yerken kendisini duvara atarak börek yiyişi vardı, 30 orgazm gücündeydi. O nasıl orgazmik börek yiyiştir ya : )

Solaryum salonunda Kenan’ın Feride’ye “İstersen solaryuma gir, kafan dağılır” demesi de absürd ötesiydi. Kafası mı dağılır yoksa dağlanır mı o da ayrı bir muamma tabii : )

23 Mart 2009 Pazartesi

Brothers and Sisters, Bir Aile Masalı

İnsan ailesinin değerini hep onlara uzakken anlıyor, özellikle de doğum günlerinde. Aile fertleri kuru kuru iyi ki doğdun, doğum günün kutlu olsun diyorlar telefonda. Oysa sarılmak istiyorsun, hayatında olduklarını hissetmek istiyorsun. Ama tek yapabildiğin 3-4 dakikalık bir telefon görüşmesi.

Brothers and Sisters’ı bu yüzden çok seviyorum. Tüm aile birbirlerine o kadar yakınlar ki, bir şey olduğunda 10 dakika sonra yanında olabiliyorlar. Güven duygusu veriyor insana. Çok özeniyorum bazen onlara. Birbirlerine yakınlıkları, bir olay başlarına gelse hemen toparlanabilmeleri, birbirlerine destek vermeleri müthiş bir şey.

Dizideki kardeşlerin hiçbirinin iyi bir dostu yok çünkü birbirlerine sahipler. Varlıkları o kadar kalabalık ki arkadaşlara bile gereksinim duymuyorlar. Kardeşler arasında çok güzel bir bağ kurulmuş, dost gibi kardeşler. Birbirlerine bazen en kötü düşmandan bile kötü olabiliyorlar ama kan bağları onları hiçbir zaman dost olmaktan uzaklaştırmıyor. Dost gibi kardeş olunca düşünün artık ne kadar derin ilişkiler olduğuna. Hem dost, hem kardeş. Çok zordur bunu başarmak. Ben mesela, sır küpüyümdür, hiçbir şeyi paylaşmam kardeşlerimle. Bazen de merak ederim, gerçek beni ne kadar tanıyorlar diye. Oysa bu dizi, karakterleri gibi öyle şeffaf ki. Belki de olması gereken bu, kendine ve ailene şeffaf olmak. Sonuçta bu dünyada sırtını dayayabileceğin kim var ki ailenden başka.

18 Mart 2009 Çarşamba

İyi ki Doğmuşum Be!

Güzel günler gördüm, acı günleri tattığım gibi. Güzel dostlar tanıdım, gereksiz arkadaşları hayatımdan çıkardığım gibi. Güzel anılarım oldu, kötüleri maziye gömdüğüm gibi. Güzel bir Aşk tanıdım. Güldüm, eğlendim, mutlu oldum, acı çektim, mutsuz oldum, hıçkıra hıçkıra ağladım, hayata küfür ettim. Ama yaşamaktan vazgeçmedim.

Bugün benim günüm, hayata karşı parmağımı sallayarak Marta Wash’tan “Carry On” şarkısını söylüyorum. İyi ki doğmuşum be:)


Carry on (Tee S Crazy Mix) - Martha Wash Todd Terry

Carry on

When the valley's deep, I'll be strong
With a mighty love to carry on
Never sleep, new day dawns

There's a new breeze blowin' tonight
Clear away the past, honey, free at last
Yes, I've paid for the choices I've made
No apologies from me

You know I'll never, no
Never lose my will
Never
Never standin' still

I'll carry on
When the valley's deep, I'll be strong
With a mighty love to carry on, carry on
I'll never sleep till the new day dawns
I carry on, I carry on

I stand alone in the eye of the storm
Pressures all around, tryin' to wear me down
But it's all right, I won't give up the fight
I said, "Lord, lift me up, let me rise above"

I'll never
Nobody's gonna take my pride
I won't stop
I will not be denied

Carry on
When the valley is deep, I'll be strong
With a mighty love to carry on, carry on
I'll never sleep till the new day dawns

I carry on, carry on
I won't let, I won't let nothing hold me
(I won't let, I won't let, no no I won't let)
(Won't let nothing hold me back)
I won't stop now, no
(I won't let, I won't let, no no I won't let)
(Won't let nothing hold me back)

Carry on
I'll carry on
(Yes, I'll carry, carry on)
Carry on
(Yes, I'll carry, carry on)
Carry on
(Yes, I'll carry, carry on)
I'll never
Nobody's gonna take my pride
I won't stop
I will not be denied
Carry on

When the valley's deep, I'll be strong
With the mighty love to carry on, carry on
I'll never sleep till the new day dawns
When the valley's deep, just carry on
When the mountain's too high, you gotta carry on
With the mighty love, mighty love
New day dawns

When the valley's deep, just carry on
When the mountain's too high, just carry on
With the mighty love
It's a new day dawn, carry on
It's a new day dawn, carry on

17 Mart 2009 Salı

Kod Adı: Zehra!

Çifre kumrular gününde sevgilisini alan kendini dışarı attı. Buluşmalarda ne kadar klişe yapılacak şey varmış, resmen gözümüze soktular bu akşam. Boğaza gitmeler, sinemada film izlemeler, filmi izlerken el ele tutuşma çabaları, kâğıt helva romansı, Sultanahmet ziyaretleri ve kebapçılar. Tüm klasikler bir bir sıralandı. Millet olarak çok sıkıcıyız sanırım. Yok dizi değil, biz sıkıcıyız. Ne zaman değişiklik yapıp at binmeye gittik ki? Kapalı havuza yüzmeye gittik mi hiç? Safranbolu’ya kaçıp köy evinde kahvaltı yaptık mı? Ya da Sapanca’da Spa masajı yaptırdık mı? Ağva’da çıplak ayaklarımızla yürüdük mü? Yooo, cevap belli. Hayır! Varsa yoksa aynı şeyler!

Seyhan, Irazca’nın önerilerini dinlemiş olacak ki kendini concealer'a vurmuş. Valla morluklardan ve torbalardan iz yoktu bu sefer. Ben de concealer’ın ne olduğunu bilmiyordum öğrenmiş olduk hepimiz :) Bu bölümü arkadaşlarımla izledim ve toplu bir şekilde izlemek de keyifliymiş. Kız kankim “Dudağı yılık kadınları oynatmak çok moda oldu bu sene” dedi Seyhan’î göstererek. Aval aval baktık ne dediğini anlamadan. Hemen açıkladı tabi “1 ay biriyle öpüşmüş de dudakları folloş olmuş kadınlar” dedi :)

Seyhan’ın üzerine yoğunlaşmışlar bu bölümde. Yatak sahnesi çok eğlenceliydi. Gelen mesaja “Bankanın teki. Ekstra puan veriyorlarmış” demesi ve üzerine Feride’nin “Kız, cevap mı yazıyorsun bankaya” diye atışmaları unutulmaz sahnelerden bir tanesiydi. Bir ara, Seyhan’a duble kurşun dökerlerken herkesin şüphelendiği Zehra’nın mesajını gören Feride, Seyhan’ın lezbiyen olduğunu düşünecek zannettim. Ben mi çok fesatım onu da anlamadım, ama diziye 2-3 bölüm lezbiyenlik şüphesi düşseydi hoş olmaz mıydı? Hatta çok entrikalı olurdu. Kızkardeşim lezbiyen olsa ne olurdu vicdanını da yaşatırdı herkese. Diziye ayrı bir heyecan katardı işte. Meliha, “Lezbiyeeeen, Lezbiyeeeen” gibi bağrıp dururdu Samim’e : ) Amaa nerdeee, aile dizisi ya, toz konduramazlar şimdi böyle şüphelere.

Aile dizisi dedik de bilardo sahnesi aklıma geldi. Çok fazla yabancı dizi izlediğimden herhalde “bilardo fantezi” sahnesi bekledim yine kendi kendime :) Bilardo oynarken hafif erotik dokunuşlar falan derken “yine aile dizisi, yine aile dizisi.”

Metroda Seyhan, Ali, Samim ve Meliha’nın birbirlerini görme tehlikesi de çok heyecanlıydı. Seyhan yerlere attı kendini, biz de heyecandan ekrana kilitlendik. Dizinin dış mekan çekimleri gerçekten güzel. Bir kere bile iğreti duran vatandaş girmedi kadraja. Oyuncuların hepsi de figüran olamaz değil mi? Bir metro dolusu kişiyi nerden bulacaklar ki?

Eda’nın dramasını işlemeye çalıştılar ama o kadar başarılı değildi. Türk dizi sektörü hala ergen dramasında başarılı değil. Bursu geri vermesi iyi şeylere vesile olacak ama. Yani en azından 2 okul arasında mekik dokuyan senaryo ekibi, olay yaratma konusunda kendini paralamayacak. Tek okulda her şey daha güzel olacak.

Geçen hafta söylediğim gibi solaryum bronzluğu komik oldu ama beklediğim gibi değildi. Feride’nin kırmızılığını abartıp daha komik yapabilirlerdi. Hatta 2-3 makine olsaydı da 3 kişi daha yengeç gibi olsaydı daha komik olabilirdi. Yine de Feride’nin hakkını veririm. İkinci defa solaryuma girerken “Start’a bascam değil mi?” deyişi ve solaryum çıkışı “Esmer bomba” hali olaydı. Yüzüne sırıtan Mertcan’a da haddini bildirdi. :) Bu bölüm güzeldi ya. Az dram, bol komedi. İşte sevdiğim formül : )

12 Mart 2009 Perşembe

Dilber Hala Sözlüğü

Avrupa Yakası'nı severek takip ediyorum. Kim ne derse desin hala katıla katıla gülüyorum izlerken. Dilber Hala da çok sevdiğim karakterlerden ve Binnur Kaya döktürüyor oynarken.

Biliyorsunuz Avrupa Yakası'nda oyuncu olan herkesin reklam filmerinde oynaması reklam sektörü rutinlerindendir. Bu reklam oyuncularına Dilber Hala da katıldı ve D-Smart'ın yeni kampanyası için terledi haaa :)

D-Smart'ın websitesini inceledim. Reklam filmleri keyifli gerçekten. Sitede bir de "Dilber Hala Sözlüğü" dikkatimi çekti. Ben de merak eder dururdum ne demek söyledikleri diye. Alın size amme hizmeti ve işte Dilber Hala Sözlüğü :) (Resme tıklayarak büyük halini götüntüleyebilirsiniz)


Gampanya Linki: http://www.dsmartgampanya.com/index2.asp

10 Mart 2009 Salı

Ayranı Yoktur İçmeye Morgan’la Gider Haliç’e!

Dram bulutları dağılmaya başladı da günlük güneşlik komedi yüzünü gösterdi. Bu bölüm güzeldi gerçekten. Dram da dozundaydı, çekimler de güzeldi. Yönetmen farklı kamera teknikleri kullanmaya başlamış. Kaos etkisini iyi yarattı polisler Yiğit’i almaya geldiklerinde.

Halim’le Seyhan’ın durumu içler acısı. İnsan ilişkileri gerçekten ipin ucunda onu görüyorum. Hayır, zaten biliyoruz hepimiz, ama görmek istemiyoruz nedense. Sevgililer birbirlerini ne kadar çok sevse de biri hep fazla sever ya, olan da hep o fazla sevene olur. Seyhan bir kalemde atsa da Halim “Ömür geçti be, pat diye kestirip nasıl anlatayım” deyişi hep bu fazla sevmekten. Erkeklere güvenmeyen kadınların içine belki umut doğuyordur Halim gibi örnekleri gördükçe. Ama insan bu, hep acı çektirenin peşinde.

Meliha’nın kendi kendine yıldönümü kutlamasına Feride ve Seyhan çok güldü ama benim içim çok burkuldu. Seven insan böyle işte, hatıralardan kendi kişisel arşivini kurar küçük dünyasında.

Küçüklüğüm aynı Mertcan gibi geçti benim de. Gerçi kimin geçmemiştir ki? “Büyüklerin işine karışılmaz. Sen küçüksün anlamazsın. Sana söz düşmez”. Ayakta uyutmaya çalışırlardı bizi de hepimiz cin gibiydik her şeyi anlardık. Gizli gizli dinlerdik, ipuçlarını birleştirirdik, öğrenirdik her şeyi. Bizi de bir şey bilmiyor zannederlerdi. Belki de küçükler bu yüzden cin gibidir hep. Önüne sunulmaz bilgiler. Çocuk inceler, araştırır öyle ulaşır sonuçlara. Olan büyüklere olur tabi, çocuk IQ’sunu geliştirirken büyükler yerinde sayar.

Mertcan’ı neşelendirmeye çalışmaları Mertcan’dan çok beni neşelendirdi. Meliha’nın çizdiği evin çatısını beğenmeyen Feride “Abla çatıyı yamuk çizdin” dediğinde Meliha yapıştırıyor cevabını: “ Onun modeli öyle, İsviçre çatısı” :)

Kenan’ın solaryum işine soyunması Feride’yi bronzlaştıracak, pardon yakacak sanırım : ) Olan Feride’nin 10 bin lirasına olacak, Kenan batacak yine. Ama matrak şeyler de çıkabilir bu işten. Mesela bütün mahalle, Meliha, Feride, Kenan, Seyhan da dahil olmak üzere solaryum sevdasına kapılıp havuç renginde dolaşabilirler. Düşüncesi bile komik :)

Ali de sonunda Morgan’ını kavuştu, gezdirdi Seyhan’cığımızı. Para pul yok ama aşk var : ) Dizi olarak başka bir tabuyu daha kırdı sanırım Canım Ailem. Seyhan ile Ali öpüşürken arkada alkış tutan insanlar. Hep özenmişimdir böyle Amerikanvari sahnelere ve Türk dizilerinde de olsun istemişimdir. İnsanların aşka ve sevgiye sokakta alkış tutmaları çok güzel.

8 Mart 2009 Pazar

Türk İşi Altın Kızlar


Golden Girls, yani Altın Kızlar diye çok komik bir dizi vardı eskiden. Gülme krizine sokarlardı insanı bu dört kadın. O kadar sevimli ve komiklerdi ki sürekli takip ederdim. Zamanında hep düşünmüşümdür neden bu dizinin adaptasyonunu yapmıyorlar diye. Geçen haftalarda Ahu Tuğba’nın oynadığı bir klibi ve verdiği röportajı gördükten sonra düşünmeye başladım yine Altın Kızlar’ı. Evet, sanırım Ahu Tuğba retro fikirler için bulunmaz fırsat : ) Ve Altın Kızlar’ı neden Türkiye’de yapmıyorlar diye kafa takılmıştı yine. 4 yetenekli oyuncu ile çok iyi bir yapım kotarılabilir diye düşünmüştüm ki dün internette aşağıdaki haberi gördüm. ( Hep öyle olur ya, ilk sen düşünürsün sonra düşünceni bir yerde görürsün :)

Yerli altın kızlar geliyor
80’li yıllara damgasını vuran, 10 Emmy ve 3 Altın Küre ödüllü “Altın Kızlar” dizisinin yerli versiyonu için geri sayım başladı.




Yeşilçam'ın devlerini buluşturan proje
Sanat dünyasının dört dev ismini buluşturacak dizinin başrolle-rinde Fatma Girik, Hülya Koçyiğit, Filiz Akın ve Emel Sayın var.

İlk kez aynı projedeler
Hepsi dul ya da boşanmış olan, aynı evi paylaşan, yaşlı ama hayat dolu dört kadının yaşamlarını konu alan “Altın Kızlar”, aradan yıllar geçmesine rağmen hafızalardan silinmedi. Ve yapımcılar sonunda bu efsaneyi canlandırmaya karar verip yerli versiyon için kolları sıvadı. Oyuncu kadrosunu bu efsaneye yakışan isimlerden oluşturan yapımcılar Fatma Girik, Hülya Koçyiğit, Filiz Akın ve Emel Sayın ile anlaşma imzaladı.

Herkes rolüne hazır
Evdeki en aklı selim kişilik olan Dorothy rolü için Hülya Koçyiğit uygun görüldü. Dorothy’nin sürekli koltuğunda oturduğu halde her yere yetişebilen çılgın ve hazır cevap annesi Sophia rolü ise Fatma Girik’e verildi. “Altın Kızlar”ın en safı olan Rose’u Filiz Akın’ın canlandıracağı dizide, sürekli sevgili değiştirip inatla ve ısrarla aşkı aramaya devam eden Blanche rolünü ise Emel Sayın üstlendi. Dizinin yapımcı ortağı Armağan Çağlayan ile cast direktörü Bircan Usallı Silan, “Bunun 2009’un en çok izlenen ve sevilen işlerinden biri olacağına inanıyoruz” diyor. Hülya Koçyiğit, Fatma Girik ve Filiz Akın, bu projeyi konuşmak için önceki gün Nişantaşı City’s’de buluştu. Dizinin Blanche’ı Emel Sayın ise şehir dışında olması nedeniyle onlara katılamadı.


Doğruyu söylemek gerekirse benim kafamdaki Turkish Altın Kızlar daha farklıydı. Benim Altın Kızlarım Ahu Tuğba, Oya Aydoğan, Banu Alkan ve Serpil Çakmaklı olacaktı. Reyting rekorları kırardı hem komedi, hem magazin, hem de şenlik açısından.




Ahu Tuğba’yı zaten özledik yıllar boyu, hem Banu Alkan ve Serpil Çakmaklı’nın kült “havuza dalıp çıkma” sahnesine benzer çekişme sahneleri çekilirdi dizide. Oldukça matrak ve tam seyirlik olurdu. 80'lere de harika göndermeler yapılabilirdi, flashbacklar falan. Ama kaçırmışlar fırsatı. Yukarıda bahsedilen kadroyu gördüm ve kafamda hiç komedi dizisi canlanmadı. Eminim ki dizi 4 yaşlı kadının huzur evi draması olarak şekillenecektir. Burası Türkiye! : )


P.S. Tüm kadınların Kadınlar Günü'nü kutlarım bu postla da :)

5 Mart 2009 Perşembe

Özgü Namal Gölgesinde Bir Garip Dolunay Soysert

Türk dizi fi tarihinden beri var sanırım Dolunay Soysert. Onu ta Baskül Ailesi’nden beri tanıyoruz. Hiçbir zaman popüler olamadı, ikinci kadın olmaktan kurtulamadı hiçbir zaman. Özgü Namal’la çok iyi arkadaş olduğunu bilsek de içten içe Özgü Namal’a karşı iyi duygular beslemediğini de biliyoruz. Yani en azından öyle bir elektrik alıyorum.

Atv’de çok başarılı olamayan “Bebeğim” dizisinde karşılaştılar Özgü ve Dolunay. Özgü piyasaya yeni yeni giriş yapmıştı ama Dolunay asırlardır oralardaydı. Özgü Namal’ın gölgesinde kaldı tabi o dönemde. Şimdi “Benim Annem Bir Melek”te oynuyor Dolunay, oyuncu kadrosuna da misafir oyuncu olarak Özgü Namal katılmış. Esip geçiyor rolüyle, yine sönük kalıyor Dolunay Soysert. Bir arkadaşımın dediği gibi “Dolunay, Özgü’den daha kaliteli işler çıkarmıştır ama asla görülmedi bu”.

Acaba Özgü’yü kıskanıyor mudur? Kıskansa niye diziye konuk oyuncu olarak getirir onu da anlayamıyorum. Dolunay, sana sesleniyorum, silik bir karakter olmaktan başka bir şey olamayacaksın aşağıdaki maddeleri uygulamazsan!

— Her rol için mutlaka saç rengini ve modelini değiştir. Asırlardır aynı uzun saç ve aynı kızıl renk. Saçındaki muhafazakarlığın TV’deki sabitliğinle eşit durumda.

— Aynı cici kadın rollerini alma artık. Kötü kadın ol, travesti ol, ne bileyim başka bir şey ol ama cici kadın veya tatlı anneyi oynama artık.

—Özgü Namal’dan uzak dur! Kötü bir oyuncu olmasına rağmen gölgesinde kalıyorsun. Onun oynadığı yapımlardan uzak dur, "Benim Annem Bir Melek" dizisine kalıcı olarak girmeye çalışırsa da engel ol : )

4 Mart 2009 Çarşamba

Başka Türlü Sevileceğini Bilmiyordum Ki!

“Runaway Bride” şoku her erkeğin korkulu rüyası, Türkiye’de fazla rastlanan bir durum olmasa da Halim bunu çok kötü yaşadı. Bu bölüm onun bölümüydü diyebilirim. Her sahnesi oscarlıktı, çok iyi çalışmış bu haftaki rolüne. Kendisini tek rolün adamı olarak görsem de ( bkz: Yabancı Damat) performansı çok iyiydi. Meliha’nın evinde kendini bir o sandalyeden bir o koltuğa atması, ayağa kalkması, evin içinde tazı gibi dönüp durması içime fenalıklar getirdi. Hele kapı kenarında Seyhan’ın evden kaçtığını öğrenince sinirden dişlerini sıktığında dişleri kırılacaktı neredeyse. Düşünün ne kadar kaptırmış kendini.

Bölüm olarak beğenmediğim bir bölümdü. Birkaç bölümdür zaten “Yaprak Dökümü” draması dökmeye başladılar diziye. İçim şişti bu bölümde dramdan. Hayır, anlayamıyorum, acısı ve draması bol olunca dizi reytinglerinde bir fırlama mı olmasını bekliyorlar. Bu reytingleri de zaten kendini bilmez 2000 aile karar veriyor. Onlar yüzünden aynı şeyleri izliyoruz yıllardan beri. Kim bu 2000 kişi ya, alınlarını karışlıycam! Bir kaldırın kafanızı artık şu Yaprak Dökümlerinden, Kuçük Fahişelerden, Bacaktan Omuzalardan , Binbir Hecelerden de adam gibi diziler izleyelim artık. Sektör olarak takılı kaldı mağara dönemine, çıkamıyor aydınlık çağa.

Seyhan yine “kan kusarım ama kızılcık şerbeti içtim derim” modlarına devam etti bu bölümde. Meliha’nın “elaleme ne deriz, rezil olduk, Halim’le evleneceksin, söz verdim” triplerine girmesi de canımı sıktı. “Alla alla kime söz verdin, söz verirken bana mı sordun” diyemedi kızcağız. Elalem kim ya bu arada, yemişim elalemi! İnsan bir şeyi savunuyorsa ve seviyorsa arkasında duracak. Söyleyecek söz bulamadıysan arkadaşına söylediğini söyle. “Başka türlü sevileceğini bilmiyordum ki” diye açıkla herkese de kurtul şu küçük oyunlardan artık.

Bu bölümde en çok Feride’nin cep telefonu ile konuşurken konuşmayı bırakarak dua etmesine, bir de Meliha’nın Samim’e düğüne katılanlara açıklama yapmasını söylerken “Ailenin kaderi de, evlenemiyor bu kardeşler de” deyişine güldüm. İkincisi çok dramatikti ama nedense kahkahalara boğuldum : )

Sezgi Mengi ve Eda’nın kazma oyunculuklarına bir yenisi daha katıldı. Seyhan’ın evine gittiği kız arkadaşı. Sokaktan mı buluyorlar bu oyuncuları? Ne kadar kötü bir seçimdi o! Bu arada Sezgi Mengi’nin oyunculuğunu beğenmiyorum ama dikkat ettiniz mi onun gözlerine. Gözlerinde yıldız var sanki. Diğer oyuncuların hiçbirinin gözlerinde ışık yok, ama bu çocuğun göz bebekleri görünmüyor ışıktan. ( İyi oyunculuktan değil haaa, gözlerinin doğal hali herhalde ya da çok ışık yansıyor gözlerine:)