30 Kasım 2008 Pazar

ATV’nin Adana Sorunsalı



Adana'nın reyting kazanında bol kepçesi var sanırım ya da ben Atv’nin Adana tutkusunu anlamlandıramıyorum. Avrupa Yakası’nın Dilber Halası Adana’dan geldi, hoş geldi. Adanalı dizisinde çılgın bir Adanalı İstanbul’da ve İstanbul böyle kapışma görmedi. Canım Ailem dizisindeki herkes de Adana’dan İstanbul’a göçetmiş Adanalılar topluluğu. Başka da vardir ama aklıma gelmiyor.

Adana’ya karşı bir antipati beslemiyorum tabii, ama başka şehir mi kalmadı yahu? Biraz Antalya’ya gidin, Samsun’a açılın, Batman’da uçun, Van’da yüzün canım. Hoşşik gibi aynı şeyleri kullanmayın bundan sonra! Ben lafımı ortaya koydum, alan alır artık :)

29 Kasım 2008 Cumartesi

Canım Ailem Raunt 2



Dizi yavaş yavaş oturmaya başlıyor, ama klişelerden vazgeçemiyoruz tabii, bir yandan fakir olmanın kötü olmadığını anlatmaya çalışan bir kız kardeş, bir yandan da düştüğü durumdan utanan bir abi. Fakir zengin klişesi yine ensemizde olacak bu dizide de. Fakir genç fakirliğinden utanarak kız arkadaşına yalanlar söyler, okuldan zengin başka bir çocuk da bu durumdan yararlanarak kız arkadaşına sokulmaya çalışır falan da filan. Sıkılıyorum artık şu zengin fakir dramından, sinirlerim kaldırmıyor. Ha bu arada, neden bütün diziler Doğa Kolejlerinde çekilmek zorunda, onu da hala anlamış değilim. Aynı üniformalar aynı okullar tüm dizilerde, biraz farklılık yapılamaz mı şu okul çekimlerinde artık?

Bir başka konu da nişan meselesi. İkinci nişan töreni de bozulacak ve her bölüm nişanlanmaya çalışacaklar diye bir ara boğulacakmış gibi oldum diziyi izlerken. Tekrarları da tekerlemeleri de hiç sevmem. Neyse ki nişanlandılar da rahatladım biraz.

Bu arada dizi startını vermeden, 3 tane fragman yayınlanmıştı. Onlar öylesine yapılmış fragmanlar mı yoksa ileriki bölümlerde gösterecekler mi o kısımları merak ediyorum Birinci fragmanda çocuklar “O kadınla evlenme, Meliha ablayla evlen “diyorlar, arkada kar yağıyor ve ev tamamen farklı. İkinci. Fragmanda Ozan Güven ve Uğur Yücel gemide intihar planları yaparken, Ozan Güven “İşte böyle atlayacağım” diyerek İstanbul boğazının soğuk sularına atlıyor. Üçüncü fragmanda da Şebnem Bozoklu ve Ezgi Mola damatlar düğüne yetişmeyecek diye ağlıyorlar arabada, arabayı süren de evi satın almaya çalışan iş adamı. Bir anda Şebnem ve Ezgi arabayı durdurup otobanda gelinlikle koşturuyorlardı. Eğer bu bölümler dizide yayınlanmayacaksa Türkiye’de bir ilk yapmış oluyorlar sanırım bu konuda? Dizide olmayan sahnelerle tanıtım.

Dizide iki tane de sevimli yaratık var; Biri Mertcan (Alpay Şayhan) ve diğeri de evde kedi beslememelerine rağmen kapı arasından cameo yapan sevimli bir kedicik. Mertcan’ın yanaklarını koparıp yemek lazım, kediciği de aç bırakmamak lazım tabii.



Bir de dizinin sitesinden yayınlanmış bölümler indirilebiliyor. Çözünürlük kalitesi düşük ama diziyi youtube’larda falan izlemeye çalışan bünyeler için daha iyi.

http://www.canimailem.tv/

28 Kasım 2008 Cuma

House MD Sezon 5 / Epizod 9 - Son Çare



Uyarı! Ciddi spoiler içerdiğini belirtmek istiyorum.

House MD, 5. sezon 9. epizodu en heyecanlı epizodlardan biriydi. Hastanede ilgilenilmeyen kızgın hasta yanında rehine hastaları alarak Dr. Cuddy’nin ofisine gider. Dr. House (Hugh Laurie) her zamanki gibi Cuddy’yi çıldırtmak için ofisinde iş üzerindedir ve rehinelerle birlikte hasta kişi odaya girer. Evet, hastayken hastalığımızdan,ağrı ve semptomlardan kurtulabilmek için gerekirse adam öldürebilecek kıvama geliriz. Adam da o duruma gelmiş artık, tanı ve tedavi istiyor. 16 doktor ve yıllardır süren testler hiçbir işe yaramamış. Odada da tüm tanıların efendisi, tedavilerin ustası House var tabii. Süper kahraman gibi olayı çözmesi gerekiyor masum hayatları kurtarmak için. Bu arada “Dog Day Afternoon’u yeniden mi çekiyorsun tedavi olmak için?” esprisi gayet şıktı. (Dog Day Afternoon, 3 çaylağın banka soyması üzerine bir suç-drama filmiydi hatırlarsanız.)

İlk teşhisi koyduktan sonra Cuddy (Lisa Edelstein) yardımı ile ilacı alır, ancak kızgın hasta düzenbazlık istemediğinden başka birinin üzerinde denenmesini ister. House, başka birinin üzerine dener ve iğne yapılan kişi bayılıp şoka girer. Kandırıldığını sanan hasta da rehinelerden birinin ayağına sıkar. House bütün ekibini toplayarak konferans görüşmesi ile incelemeye başlar hastayı. Bu bölüm gerçekten acımasız olmuş. İstenen her ilaçtan 2 tane getiriliyor ve çeşnicibaşı gibi Thirteen ilaçları denemeye başlıyor.

Hasta dersine iyi çalışmış ayrıca, çünkü toksik incelemesi için Kutner (Kal Penn) ve Taub (Peter Jacobson) evine gittiğinde her şeyin hazır olduğunu görür. Ne hasta ama! Kullandığı tüm ilaçları, bitkileri, dosyaları, ıvır zıvırları evinde masasının üzerine dizmiş incelesinler diye.

Dr. Chase (Jesse Spencer), "her eli silahlı kişiye yardım ediyor olacaksak ben bu işte yokum" diye ekipten çıktı. Neden dizi senaristleri ona fazla rol vermiyorlar anlamış değilim. Bu bölümde başka birisi, örneğin Kutner’ı “ben kabul etmiyorum” diye öne sürebilirlerdi. Zaten Chase’in 4. ve 5. sezonda adamakıllı rolü yok, ki 3. sezonun bitimine kadar yıldızlardan biriydi. Ama şimdi sadece 1–2 dakikalık rolleri var. Neden diziden ayrılmıyor ki? 2 dakikalık rol mü olur canım?

Ne kadar bencilce değil mi, kendi hayatını kurtarmak için ilaçları başkasını üzerinde deneten, katilce öldürmeye çalışan, hastalığından kurtulamaya çalışan bir deli. Karnıma ağrılar girdi izlerken, silahı alıp poposunda patlatmak istedim.

Kanser olabileceği düşünüldü, ama röntgen yapılması gerekiyordu. Bu nedenle 2 rehine vererek anlaşma sağladı hasta. SWAT ekipleri dışarıda olduğu için, hasta ortada olacak şekilde birbirlerini bağlayarak etten duvar oluşturdular ve radyolojinin yolunu tuttular. Panic Room filmi gibi tek odada çekim yapılmasından kurtuldular böylece. Bu arada, daha önce Damages ve True Blood’ın bir bölümünden Baş Vampir olarak tanıdığımız Zeljko Ivanek hastayı oynuyordu ve gerçekten iyi bir seçim. Solgun yüzü ve morarmış gözleriyle hastalıklı ve vampir rollere gerçekten çok uyuyor.

Radyoloji odasında röntgen çekilemedi doğal olarak, hasta silahlı bir şekilde röntgene girdiği için. Silahını almayı ikna etti House ve röntgende tümör olmadığı anlaşıldı. House her zamanki gibi sıradan bir doktor olmak istemediği, yanılma onun kitabında olmadığı için silahı geri verdi teşhislerine devam edebilmesi için.

House tüm tanılarında yanıldı ve çeşnicibaşı olarak kendini kullandırtmaya izin veren Thirteen’in (Olivia Wilde) böbrekleri iflas etti. Diğer rehinelerin bazıları kaçtı ve bazıları da ilaç alabilmek için takas edildi, odada Thirteen, hasta ve House kaldı sadece. Son bir tanı daha koydu House, ama ilacı alabilmesi için House’ı yolladı bu sefer hasta.

Thirteen’in performansı müthişti, “Ölmek istemiyorum” derkenki yaşama isteğini kanımda hissettim. Bu epizod gerçekten inanılmazdı. 4. sezon 15. epizod “House’s Head” ten sonraki en iyi epizodtu ve normalinden 10 dakika daha uzun sürdü.


Ve final sahnesi; hasta yakalanır, House slow motionda hastaya bakar ve işaretle nefes almasını ister. Hasta rahat bir şekilde nefes alarak minnettarlığını bakışlarıyla gösterir. Hastanın tanısı melioidozistir. Thirteen diyalize yatırılır ve Foreman’in (Omar Epps) önerdiği Huntington ilaç testine katılmayı kabul ederek yaşamayı seçer. The End :)

27 Kasım 2008 Perşembe

Josh Holloway Kapış Kapış


Lost’un Sawyer’ı, yani nam-ı değer Josh Holloway’in Magnum reklamında giydiği kıyafetler Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği yararına www.gittigidiyor.com’da açık artırmaya çıkacakmış. Holloway’in 6 parçadan oluşan Magnum reklam kostümleri, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği yararına 27 Kasım - 4 Aralık tarihleri arasında GittiGidiyor’da.

Britney Spears’ın külodu, Madonna’nın sütyeni gibi şeyler Türkiye’de tutar mı diye düşünürken gittigidiyor.com’a girdim de oldukça bir rabet olmuş yakışıklı Sawyer’ın entarilerine. Hadi bakalım hayırlısı.

Ürünlere buradan bakılabilir:
http://www.gittigidiyor.com/magnum


Kaynak: http://divxplanet.com/index.php?page=haber&sid=229

24 Kasım 2008 Pazartesi

Okul Dizileri ve Öğretmenler Günü

Şöyle bir flashback yaptım da kronolojik olarak hangi okul dizileri girmiş hayatımıza bakalım.(Aşağıdakiler aklıma gelenler sadece)


Çılgın Bediş 1996

Affet Bizi Hocam 1998

Koçum Benim 2002

Kampüsistan 2003

Hayat Bilgisi 2003

Lise Defteri 2003

Nefes Nefese 2005

Arka Sıradakiler 2007

Kavak Yelleri 2007

Sınıf 2008


“Hoca camide, hoca camide!” diyor ve tüm öğretmenlerimizin öğretmenler gününü kutluyorum.

Fransa’da Bir Osmanlı Dizisi


Yabancı kanallarda Türklerle ilgili bir şey görünce veya duyunca sevinenlerden biriyim, belki de yüzyıllardır atalarımızda olan Turancılık kanımızda hala var. İzleyince o kanalları ve o ülkeleri fethetmiş kadar oluyorum sanırım.

Kanallar arasında gezinirken “Üsküdar’a gider iken aldı da bir yağmur” ile irkildim. Kanal, TV5 Monde’ tu ve rakkas ederek bir kız bu şarkıyı söylüyordu. Dizideki isimler de Mustafa, Zülfikar ve Esma diye geçiyordu. Resmen Elveda Rumeli’nin Fransa kanalında yayınlanan versiyonu. Elveda Rumeli gibi bu dizi de Makedonya’da geçiyor. TV5 Monde sitesine baktım da dizinin adı “Le Dernier Seigneur Des Balkans” (Balkanların Son Efendisi diye çevrilebilir). Dizi, Osmanlı Devleti’nin çöküşünden 1950’li yılların başlarına kadarki dönemi işleyecekmiş. Her bölümü 90 dakika olan bu 4 bölümlük mini dizi, Necati Cumalı’nın “Viran Dağlar” adlı romanından uyarlanmış.

Bravo valla, elin Fransızı bizim eserlerimizden ilham almış da böyle bir yapım çıkmış ortaya.

23 Kasım 2008 Pazar

Günümüzün Peygamberi Eli Stone


Mahkemelerde geçen dizilere Ally McBeal’dan sonra sempati duymaya başladım. Neyseki fazla kendimi kaptırmadım, çünkü piyasada o kadar fazla mahkeme dizisi var ki. Boston Legal, The Practice, Law and Order serisi vs vs. Bu dizilerin içerikleri ağır, ben mahkeme dizisinin light ve komik olanını severim.

Eli Stone, bu yılın favori mahkeme ve hukuk bürosu dizisi. (Belki Ay Işığı dizisi buradan biraz konu aparabilir.) Neyse gelelim konuya, Eli Stone (Johny Lee Miller), Ally McBeal’in erkek versiyonu gibi, belki o yüzden Eli, Ally'ye uysun diye McBeal’e gönderme yapmışlardır. Ally McBeal gibi Eli Stone da halüsinasyonlar görüyor ama kesinlikle kafayı kendisiyle bozmuş nevrotik bir kişilik değil. Tamamen geleneksel, ne istediğini bilen ve geleceğini bu yöne doğru yönlendiren bir insan.

Gelgelelim Eli Stone, George Michael halüsinasyonları görmeye başlıyor. Gördüğü yetmezmiş gibi o halüsinasyonlara katılıp dans ediyor, şarkı söylüyor.( Karakterin rezil olduğu yerlerde ben utanmaya başlıyorum, nedense hep utanırım böyle rezil olma anlarında izlerken. Sanki ben rezil oluyormuşum gibi hissederim)

“Bu bir pipo değildir” gibi elbette ki bu halüsinasyonlar sadece halüsinasyon değil. Gördüğü şeyler gelecekte olacak şeyler. Bir nevi vahiy alıyor George Michael Tanrısından. (1. sezon bölüm adlarının her biri George Michael şarkısı:) Bu görüntülerden kurtulmak için gittiği akupunktur doktoru, tanrıtanımaz Eli Stone’un günümüzün peygamberi olduğuna inanıyor ve olaylar gelişiyor.

Eli Stone, dozunda komedi, dozunda duruşma ve dozunda müzikal kalitesi ile salı akşamlarının ABC tatlısı. Ha evet, bu dizinin en güzel yanlarından biri de halüsinasyonların bazen müzikal olarak gelmesi. Oyuncuların dans ve şarkı söyleme performansları inanılmaz. Hele ki Victor Garber’ın dans performansı izlemeye değer.



22 Kasım 2008 Cumartesi

Lost Sezon 5



Evet, evet, evet! Sonunda Lost'tan ilk promo geldi. 21 Ocak 2009'da seyirciyle muhteşem bir buluşma yaşanacak. O kadar bekledik, ama hala 60 gün var.

Promo, "The Fray" grubunun "You Found Me" şarkısı eşliğinde akıp gidiyor. Promo'da en dikkat çekici olan Sawyer ve Juliet'in elele tutuşarak tehlikeden kaçmaları. Kate'ten umduğunu bulamayan Sawyer, Juliet'e mi vuruluyor acaba? Senaristler diğer dizilerde olduğu gibi yine tüm kombinasyon ve permutasyonları deniyorlar herhalde. Sabırla bekliyoruz yayınlanacak günü.


-How did all these happen?
-It happened, because you left Jack!


Video burada:



The fray - You found me- Lost season 5 trailer
Yükleyen greenday41

Kaynak: http://www.lostpedia.com/

Canım Ailem



Canım Ailem dizisi, 18 Kasım 2008 tarihinde seyirciyi selamlayarak beyaz ekrana başarılı bir giriş yaptı. Pilot bölümler Türk dizilerinde nedense çok sancılıdır. Hem seyircinin ilgisini çekmek, hem tüm oyuncuları eşit bir şekilde ve sıkmadan tanıtmak, hem de tempoyu düşürmemek çok önemlidir. Canım Ailem dizisinin pilot bölümü iyiydi diyebilirim, yani en azından sıkılmadım izlerken. Reyting kaygısı sanırım dizilerde korkuya yol açıyor, bu yüzden olsa gerek Cem Yılmaz’ı konuk oyuncu olarak kullanmışlar.

İzlerken oyunculukları beni rahatsız etmedi, bilakis eğlendim. Hiç “overacting” oyuncu yoktu, kadro iyi seçilmiş yani. Uğur Yücel rolüne çok fazla çalışmamış sanırım. Çünkü bazı yerlerde İstanbul Türkçesi, bazı yerlerde de şiveli Türkçe ile konuşuyordu. Ezgi Mola tek kelime ile harikaydı. Çok başarılı bir yetenek ve o kadar doğal ki. Ezgi Mola’yı hep takip ederim, bu diziyi de takip etme nedenim olacak. Ayrıca, Türk yapımlarında ilk defa meslek olarak “ambulans hemşiresini” kullanıyorlar sanırım. Senaryoyu açma adına ilginç olaylara şahitlik edebilir Ezgi Mola’nın ambulans hemşireliği (Yani bir Grey’s Anatomy çıkmaz ama komedi ve drama iyi harmanlanabilir.)

Bununla birlikte, Şebnem Bozoklu ile ilk defa tanışma fırsatı buldum. Bu nasıl güzel bir oyunculuktur ya. Ekşisözlük’te araştırdım da, hiç fark etmemişiz nedense daha önce kendisini. Dizinin Meliha Abla’sı ilerde döktürecek karşılıklı Uğur Yücel’le.

Belki yanılıyorum ama dizinin gidişatı öngörülürse muhtemelen “Şaşıfelek Çıkmazı” gibi karşılıklı evlerde atışmalarla performansın önde olduğu bir şekilde devam edecek. Umarım diyaloglar ve “sense of humour”ı da sağlam olur tabii.

Türkiye’de Drama



Türkiye’de çekilen Türk dizilerinin bir numaralı sorunu ağır olmaları. Bu nedenle takip etmek istesem de takip edemiyorum, canım sıkılıyor, fenalık geçiriyorum, kumandayı ekrana saplamak istiyorum o yüzden izlerken. Aman Allahım, sanki “Yalan Rüzgarı” veya “Cesur ve Güzel”, o kadar ağır ilerliyor ki her şey. Dizileri uzatmak ve boşlukları doldurmak için kullanılan gereksiz diyaloglar da cabası. Başarılı senaryoları geçmiş durumdayım zaten, o yüzden hali hazırdaki senaryoları güzel diyaloglarla süsleseler de en azından edebi bi şölen yaşasak diye umut ediyorum.

Bazen senaryo çabalarını görünce de umutlanıyorum. Örneğin, Derdest ve Ay Işığı dizileri. Güzel olacak gibi görünüyordu ama yine aksaklıklar ve eksiklikler var. Belki de çok fazla danışman kullanmamalarından kaynaklanıyor herhalde. Senaryo yazan bir insan hukuki konulardan ne anlar veya o hukuki konuları senaryoya nasıl yerleştirebilir. Bilmiyorum senaryoları tam nasıl oluşturuyorlar ama yazım konusunda direkt hukuk çalışanlarından niye yararlanmıyorlar. Senaryo ekibi hem senaristlerden hem de de bu çalışanlardan niye değil. Taslağı, konuları ve seyri hukuk danışmanları yazsın, senaristler de bu taslağı şekillendirsin, tabii yine danışmanlara sadık kalarak. ( Bilmiyorum, belki de böyle yapıyorlardır, ama görüyoruz ki hala yapamıyorlar!)

Bir başka konu da Türk insanın dram açlığı. Nasıl seviyoruz dramı. Acıklı bir şey olsa da ağlasak havasındayız. Çağan Irmak’ın Ulak filmini bu yüzden yerle bir etmedik mi? “Babam ve Oğlum”daki gibi bizi ağlatamamıştı. Hikâye, dizi veya filmi ağlatabilme becerisi ile değerlendiriyoruz. Ne kadar ağlatmışsa o kadar iyi, içinde ne kadar dram varsa o kadar iyi. Yaprak Dökümü’nün o yüzden kimse eline su dökemez. Neler olmadı ki o dizide, kötü yola düşme riskinden hapse girmeye. Diziyi her hafta takip etmediğim için yaşanan tüm dramları bilmiyorum, sinirlerim kaldırmadı zaten. Hele bir bölümde, Leyla kız kardeşi Necla’ya evlilik hediyesi olarak çocukluğunda sürekli uğruna kavga ettikleri eski püskü oyuncak bebeğini verirken, o yaşanan duygu seline kapılıp ben de ağladım dakikalarca. Neyse ki kendimi toparladım, ekrana sarımsak atarak kanalı değiştirdim. Evet, beni de ele geçiriyorlardı. Dizilerin temposu artık değişmeli, belki sadece afişlerdeki pozlar örnek alınmamalı.

Ama inanıyorum, ülkemizde güzel şeyler yapıldı, daha güzel şeyler de yapılabilir ve yapılacak.

Ama o zamana kadar Türk dizilerine benden bir şarkı;
Madonna – Vogue

Strike a pose
Strike a pose :)